İyi Kötü İyi Kötü Adam

Bir önceki bölüm için

Bölüm 2: Kötü Adam

Eskiden iyi olan ve kötülüğe alışan adam sadece davranışlarıyla değil, içindekilerle de kötü olmaya başlar. Her türlü düşüncenin kötü versiyonu zihinde dolaşır. O kadar kötü ihtimaller akla gelmeye başlar ki; eskiden iyi ama şimdi kötü olan adam, dünyaya gelmiş en kötü varlık olabileceğini düşünür. Çünkü kötü olmak başka bir şeydir; ama kötülüğün her şeye bulaşması ve onlarca kötücül fikrin ortaya çıkması başka bir şeydir. İşte adam iyi olmaktan vazgeçtiğinde bu hengamenin içine yuvarlandı.

Bilenler bilir, bir insan ne bir günde iyi ne de bir günde kötü olur. Maalesef bu dünya üzerinde herhangi bir şey olmak için çok çalışmak gerekir ve çoğunlukla istenen şeye ulaşılır ya da yaklaşılır.

Adam kötü olmanın bu denli yaralayıcı olduğunu bilmiyordu başta. Nihayetinde iki yoldan biriydi, iyi olmayacaksa diğer seçeneği denemeliydi. Ama kötü olmak iyi olmaktan çok daha zor bir şeydir. Tam tersi bir kanaat yaygın olabilir. Fakat iyi olmak insan ruhuna, insan yaradılışına uygundur. İyi olduğunuzda iyi olursunuz, sevilirsiniz, seversiniz, üzülürsünüz, ağlarsınız, gülersiniz. Ama kötü olduğunuzda bu duygular tamamen ortadan kalkar, ya da kötülük kalkması için baskı yapar. İşte o zaman seçilen yol içteki vicdanla savaşmaya başlamıştır. Kalp ile aklın artık farklı yaratıklara döndüğü zaman da denilebilir. Kafa başka kalp başka söyler. O yüzden kötü adam, hakikaten kötü bir adam olmanın şartlarından biri vicdanı denklemden çıkarmaktır.Ve yine bu çok meşakkatli bir işlemdir. Sizden istenen, herhangi bir uyuşturucu madde almadan kendi bedeninizi yarmanız ve vicdanınızı ortadan ikiye kesip bir şekilde öldürmenizdir. İşte bu yüzden kötü adam olmak iyi adam olmaya göre çok daha sancılıdır.

Eskiden iyi ama şimdilerde kötü olan adam da hissetti bunu. Fakat gemi bir defa limandan ayrılmıştı, geri dönecek bir yer de yoktu. O da kabullendi. Hisleri kötülükle doldu, öfke her yanını sardı. Olur olmadık her şeye hiddetle cevap vermeye başladı. Bunun çok doğru bir yaklaşım olmadığını gördüğünde de farklı yollar denedi; ki bu denenen yollar genellikle kötü adamın  durumdan zarar görmesini engelleme adına seçtikleriydi. Ki onlar zaten kimseye yabancı kavramlar değil: yalan, manipülasyon, acındırma, sınırları zorlama, zarar verme, zarar görmüş gibi davranma, çalma vs. Bir kere vicdanınızla konuşmayı bıraktığınızda, artık kötü adam olmak adımlarından birini sağlam bir şekilde atmışsınız demektir.

Bunların tamamı on gün içinde oldu demiyorum. Tabii ki yıllar sürdü. Ve tabii ki şunu da iddia etmiyorum, yaralanan ya da denklemden çıkarılan vicdan sessiz soluksuz kaldı… Bazen adamı yakalamaya çalıştı; ama adam buna müsaade etmedi. Artık herhangi bir canlıdan ölümüne nefret eden, her şeye, herkese zarar verme dürtüsüyle dolmuş bir canlı vardı. Yıllar ona, bunu aleni bir şekilde yaptığında, kötü adam diye yaftalanacağını ve bu yüzden de insanların ona her türlü şeyi isnat edeceğini öğrettiğinden, adam kötü gibi gözükmeden yapmanın, zararlı olmanın yollarını buldu. Birçok şeyle yapabilirdi bunu; nihayetinde her kelime evrendeki kütlesinin tersi kadar yamultulabilirdi. O yüzden kelimeler, özellikle belirli bir kütlesi olmayan kelimeler onun için vazgeçilmez silah oldu. Belki bazen yaptıklarından utandı, belki de utanır gibi yaptı. Ama bu kötülük döneminde kendiyle, insanla, kelimelerle ilgili çok şey öğrendi. Misal şunu dediğini dün gibi hatırlıyorum: “Ben istemedim bunu. Onlara zarar verme niyetim de hiç olmadı. Aslında baktığında iyiler. Ben de iyiyim. Ama herkesin oynaması gereken bir rol var; ben de rolümü oynuyorum ve hiç kimse beni bunun için yargılayamaz.” Bunu duyduğumda tüylerimin diken diken olduğunu biliyorum. Ve o kadar yalın söylüyordu ki, kim duyarsa duysun bu cümleleri doğru olduklarından asla şüphe etmezdi. Ona, o anda söylediklerin şu yüzden yanlış; ya da sen rol olayını tamamen yanlış anlamışsın desem, belki de onu bir daha göremeyecektim. Çünkü biliyordum, bana karşı samimi hisleri vardı; ya da şöyle söyleyeyim, benimle olmaktan, konuşmaktan hoşlanıyordu. Ne yalan söyleyeyim ben de hoşlanıyordum onunla konuşmaktan. Çünkü asla onun gibi olamayacaktım… Belki kulağa özlem cümlesi gibi gelmiş olabilir; belki de onun gibi olmak, kötü bir yaratığa dönüşmek istiyordum. Bunu asla yapamayacağımı bildiğimden, belki ona saygı duyuyordum, emin değilim. Dediğim gibi tek kelam etmedim ve onu dinlemeye devam ettim.

“Bazen bir yerlerim acıyor. Tam olarak neresi olduğunu kestiremiyorum. Bir yerimde bir sorun var o mu, yoksa artık içim acımaya mı başladı yaptıklarımdan ötürü… Bazen başımın ağrısından ağlayacak gibi oluyorum. Ama biliyorsun ağlayamadığımı. Ama istiyorum. Öyle acıyor ki, kulağımdan bir şeyler akıyor gibi hissediyorum. Kafamı bir yerlere vurmaya çekiniyorum… Neden diye bakma öyle, biliyorsun eğer zarar verirsem kafamdaki bir şeylere ben olmaktan çıkacağım. O yüzden başka türlü zarar veriyorum kendime, ya da başkalarına; ki acım gitsin benden.” Bunları söylerken üzülür müydü, samimi miydi emin değilim. Belki de her sanatçı gibi kendisine bir tane şahit arıyordu. Ta ki sorduklarında, evet var, evet yaptım hep bunları, hem de isteyerek; hatta bir tane de şahidim var demek için. Belki de ben onun şahidiydim. İnsanlara, daha onların haberi olmadan nasıl zarar verdiğini anlatırdı. Bunları fiziksel zararlar olarak düşünmeyin; ağırlıklı olarak duygusal zararlardı. Çünkü yıllar geçtikçe uzmanlaşmıştı kötü olmakta ve fiziksel zararların bir şekilde tamir edildiğini öğrenmişti. O yüzden yaşayan her şeye karşı nefretini ancak daha uzun soluklu bir zarar vermeyle yapabildiğini öğrendiğinden, duygusal kötücüllüğe geçmiş ve bunu uyguluyordu. Ama tabii anlamıyordum, kime zarar verip kime zarar vermeyeceğini nasıl seçtiğini. Bir gün de sordum, nasıl yapıyorsun? Nasıl senden hiçbir çıkarı olmayan, ya da senden bir beklentisi olmayan insanlara karşı bu kadar kötü olabiliyorsun ve hakikaten onları nasıl seçiyorsun? diye. Bana şuna benzer bir şey söyledi hafifçe gülümseyerek:

“Biliyorum çünkü ne olduklarını. Benim gibi olanları gördüğümde onlardan daha çok nefret ediyorum. O kadar kendilerini belli ediyorlar ki..! Ellerinden, gözlerinden, sözlerinden her yerlerinden kötü birer varlık oldukları anlaşılıyor. İşte onlara ceza vermek, kötü olan bir şeye o kötülüğü tattırmak daha çok hoşuma gidiyor. Onlara bazen alenen saldırıyorum. Bazen bana güvenmelerine izin veriyorum; onlara aslında kötü olmadıklarını hissettirip, diğerlerine yaptıklarının bedelini ödetmek istiyorum. Belki kendi bedelimi de…”

Biraz düşündüm, ben düşünürken hâlâ anlatmaya devam ediyordu. Onlar şu anda zihnimde değil açıkçası. Kendini bir nevi kötülüğü cezalandıran kötü bir nesne olarak görüyordu. Hatta kötülük sanki ancak kötü bir şey tarafından cezalandırılabilir gibi. Bir yerde sordum, tanrı rolü mü oynuyorsun diye… Baya güldü ve dedi ki: “Onu nereden çıkardın! Tanrı kötülüğü cezalandırıp iyiliği ödüllürendir. Ben olsam olsam cehennemdeki memurlardan biri olurum, iyilik nasıl ödüllendirilir bilmiyorum… Aslında öyle bir niyetim de yok.”

Onu ne kadar seversem seveyim, ondan her zaman korkardım. Böyle şeyler söylediğinde ve mantığa yattığında ise daha çok korkardım; beni de kendine çevirecek diye. Biliyorum onun gibi olmak gibi bir derdim var belki dedim; ama onun gibi olmak istemiyordum. Asla da istemedim. Sanırım o da bunu biliyordu ve bu yüzden çok açıktı bana.

“Kötü şeyler yaptım mı; yaptım. Yapmaya devam edecek miyim, edeceğim. Bundan pişman mıyım, hayır. Kurtulmak istiyor muyum, istemiyorum. Ben buyum, kötü bir varlığım.”

Bu kadar kolay söylediğine bakmayın. Doğru onu neredeyse hiç acı çekerken, pişman olurken görmedim. Her zaman yaptıklarından emindi, ne olduğunu kabul etmişti. Bu kabul etmişlik ona diğerlerini kolaylıkla görmek gibi bir yetenek vermişti. Ama bir şeyler eksikti, bu hikâyede bir şeyler yerinde değildi. Sanırım o da hissediyordu bunu; ama ne olduğunu bilmiyordu; ben de bilmiyordum. Böyle insanlara nasıl olduğunuzu anlatamazsınız, zaten onlar sizin ne olduğunuzu bilir. Siz onlara değil, onlar size ne yapacaklarına karar verirler; çünkü onlar kötüdür ve yukarıda da söylediğim gibi kötü olmak iyi olmaktan o kadar zor ve acılı bir şeydir ki, bu insanlar o yüzden elde olmadan bazı yetenekler geliştirirler. Belki benim gibi insanlar bu yeteneklere saygı gösterir; onlar da bilirler çoğunluk tarafından sadece kötü diye anıldıklarını. Ama dediğim gibi bazıları bu kötülüğün içindeki bereketi, orada duran beyaz noktayı görür. Belki de aslında hep o beyaz nokta gitmesin diye bu kadar savaşıyorlardır. Belki de eğer rollerini oynamazlarsa ellerinden alınacak diye düşünüyorlardır. Bilmiyorum, sadece tahmin yürütüyorum.

Burada keseyim. Onla ilgili, özellikle bu kötü dönemiyle ilgili birkaç şey daha yazıp, sonraki iyi olma dönemine geçeceğim. Ki orası çok ilginçtir. Daha öncesinde onda görmediğim birçok şeyi o dönemde gördüm.

dark side

Kaynak: Joseph Loughborough

Bölüm 2 sonu

Bu yazı Yazılar Çiziler içinde yayınlandı ve , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın